Biri Bizi Zehirliyor
“Gıda kaynaklarını kontrol eden, insanlığı kontrol eder.”
Henry Kissinger
Şimdi okuyacaklarınız sizi rahatsız edebilir.
– Diş hekimliğinde diş dolgusu için ve çocuk aşılarının
bazılarında kullanılan ağır bir metal olan cıva, son derece nörotoksik bir
maddedir, diş minesi üzerinde ve aşılarla vücuda enjekte edildiğinde sinirlerle
temas haline geçerek beynin miyelin kılıfını zedeler, ciddi demanslara yol
açar.
Peki bu ne demek? Bu, tefekkürde zorlanma, odak ve konsantrasyon sorunu, genel
olarak zihin faaliyetlerinde yavaşlık ve zayıflık demektir. Sağlık Bakanlığı
bir bildiri ile tıbbi cihazlarda cıva kullanımını durdurdu fakat cıva, diş
dolgusu olarak ve aşılarda hala kullanılıyor ve beyinlerimizde demans
oluşturmaya devam ediyor.
– Diş macunlarının birçoğunda ve içme suyunda (özellikle
Abd’de; suyun hijyenini sağlıyor yalanı ile kullanılıyor) bulunan florid,
hipofiz bezini dolayısıyla hipotalamus bölgesini körelterek bilinç kanalında
ağır hasarlara yol açar. Dahası, Rene Descartes’ın ‘akıl ve vücudun kontrol
merkezi’ dediği, psikanalizde adının ‘3.göz’ olarak geçtiği, insanda psişik
etkinlikleri yöneten pineal bezinde kireçlenmeye sebep olarak, beynin idrak
sistemini iflasa sürükler. Massachusers Tıp Merkezi’nden Dr. Bush bakın florid
için ne demiş: “Florid arsenikten 15 kat daha kuvvetlidir fakat onun gibi ani
ve etkili zarar vermez daha yavaş ve sinsidir.” Florid, II. Dünya Savaşı’nda
Naziler tarafından Yahudileri uyuşturmak için de kullanılmıştır.
Sonuç itibariyle, ‘farkındalık’, çağımızda artık bir lüks ve
meziyet haline geldiyse, floridin bunda önemli bir rolünün olduğu yadsınamaz.
– Bir diğer zehir Triklosan. Bu madde, neredeyse bütün
kozmetik, temizlik malzemelerinde bulunuyor. Triklosan’ın saldırı alanı ise
beyin değil, kalp. Triklosan kalp fonksiyonlarına azami ölçüde zarar verir ve
kalp kası için depresan etkisi görür, kalp kasılmasını etkiler.
Bu da şu oluyor ki, triklosan kalbin yayınladığı aurayı
zayıflatır, ‘hissizlik’ ve tabiri caizse ‘kalp katılaşması’na sebep olur.
Neden daha az seviyor daha çok kin güdüyoruz? Birbirimizi anlamakta zorlanıyor
ve empati denilen insanoğlunun doğuştan getirdiği özelliği yitirip, bunu kişisel
gelişim setleriyle satın almak zorunda kalıyoruz? Bana kalırsa bu zehirle temas
ettiğimiz sürece…
– Piyasadaki tencerelerin pek çoğu nikel kaplamadır. Tencere ısıya maruz kaldığında, nikel, azar azar yemeğinize bulaşır, tıpkı cıva gibi organizmayla teması gerçekleştiğinde onda ağır hasarlara sebep olur. Nikel, adeta bir enzim bloke maddesidir, enzimlerin ucundaki metal grubunu oradan söküp atar ve kendi grubunu bağlar. Nikelli enzimler ise defolu enzimlerdir ve sağlıklı çalışamazlar.
Uzun vadede kronik hastalıklara davetiye çıkarırlar.
– İlaç ve fırın folyoları genelde alüminyumdur. İlaçların koruyucu kılıfı olan demiroksitle temas ettiklerinde, fırın ısısına maruz kaldıklarında, bu son derece toksik olan metal, zehrini ilaca ve yemeğinize verecektir. Organizmada yıllarca tutunabilir olan bu metal, beyinde demanslara sebep olmakla kalmayıp, sinir sisteminde tahribata sebep olarak insanı ‘dengesiz’ bir hale sokar.
Sivil ve askeri uçaklarca troposfer katmanına sıkılan toz da
baryum oksidasyonu ile birlikte alüminyumdur. Chemtrail olarak da bilinen bu
spreyleme işlemi ise 1999 senesinden beri yapılmaktadır.
Modern çağın insanının depresif, mutsuz, uyuşuk olma
nedenlerinden biri de bana kalırsa budur.
– Gelelim yapay tatlandırıcılara, aspartam, mono
sodyum glutamat (çin tuzu), mısır şurubu… Aspartam neredeyse bütün tatlı
yiyeceklerde kullanılıyor. Aspartamdaki yalancı şeker molekülleri, beynin
şekerle çalışan, toksik maddelerden kendini koruduğu kan bariyerini, beyin
tarafından şeker olarak algılandıkları için kolaylıkla aşarlar. Enerjiye
çevrilemedikleri gibi, içi boş, işlevsiz molekül olduklarından dolayı beyinde
nörotoksik birikme yaparlar.
Bu da her türlü beyin fonksiyonunda sakatlık ve arızaya
sebep olur, erken bunama, hafıza sorunları gibi.
Mono sodyum glutamat da tıpkı aspartam gibi içi boş işlevsiz
mikro partiküller halinde organizmada, hücrenin içlerine kadar sızıp, hücre
sistemini gafil avlayarak hücre sisteminde tutarsız reaksiyonlara sebep olur.
İnsülin seviyesini yapay olarak yükseltir, pankreas da her defasında yükselmiş
olarak algıladığı bu seviyeyi düşürmeye çalışır, böylece insülin seviyesi düştükçe
düşer, organizma da gereksiz yere açlık hisseder.
Biri çağın en büyük sağlık sorunu obezite mi dedi?
– Mutfaklarımızda ‘tuzluk’larda yerini almış sinsi
zehir rafine tuz. Evet, yanlış okumadınız; rafine tuz bir nikel, bir cıva, bir
triklosan kadar zehir ihtiva eder. Bileşimi sodyum alüminyum silikattır.
Doğal tuzların (kaya tuzu, Himalaya tuzu, deniz tuzu) aksine vücudun sodyum
dengesini bozarak, ‘tuz açlığı’na sebep olur. Bu da organizmanın kimyasını alt
üst eder, enerjisini düşürür.
İşin acı tarafı bu zehir alenen satılmakta ve market
raflarında yerini almaktadır.
Etrafımızı çevreleyen zehirler saymakla bitmez. Gdo’yu artık neredeyse herkes
tanıyor fakat tanımak pek bir şey ifade etmiyor çünkü insanlara doğrudan ulaşan
gıdalarda, söylenişe göre denetimler yapılırken gdo’lu ürünlerin, hayvan yemi
olarak kullanılması legal durumda.
İş sadece buraya kadar saydığım zehirlerle, gdo’yla da kalmıyor; gıdaların seri
üretim sürecinde de öyle çirkin işler görülüyor ki… Kümes hayvanlarının
yetiştirilme yöntemi ayrı bir facia. Yavru halinde hızla büyümeleri için
antibiyotik enjekte edilen hayvanlar, karanlık ortamlarda d vitamininden mahrum
bırakılarak patates gibi durdukları yerde et bağlıyorlar. Molekül yapıları
sakat, kusurlu, hormonlu etler… Küçük ve büyükbaş hayvanların yetiştirilme
yöntemleri de benzer iğrençliktedir.
Şimdi artık bu noktada kendimize soralım, bu zehirler, gıdamızda, insan
sağlığına hizmet adına var olagelmiş tıp ve farmakolojinin pekçok metod ve
uygulamalarında, havamızda, suyumuzda ne geziyor? Kim, düşünce, idrak ve
bilinçten yoksun, kalbi taşlaşmış, uyuşuk et yığınları haline gelmemizi
istiyor? Uzviyetimizi ve ruhumuzu her türlü hastalık tasallutuna uğratmaya
çalışanlar, varlığımıza ve varlığı gelecek nesillere aktarmamıza kastı olanlar
kimler?
Hem kim oldukları sorusuna hem de bu biyolojik silahı kumanda edenlerin
amaçlarının ne olduğu sorusuna F.William Engdahl cevap versin:
“Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından
fonlanan bir lobi vardır; öjeni lobisi. Bu lobinin 1920’den beri biricik amacı
“negatif öjenik”tir. “Negatif ojenik” istenmeyen soyların sistemli bir şekilde
yok edilmesidir. “
Rockefeller ve diğer büyük ABDli şirketler bilindiği üzere tarihte Naziler’e
finansörlük yapmıştı, günümüzde ise Gates, GDO devi Monsanto gibi şirketlerle
birlikte GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü’nün finansörlüğünü yapmaktadır.
Örgütün amacı, dünyadaki tohum ve gıda kaynaklarını denetim altına almak.
Rockefeller ayrıca ‘Yeşil Devrim’ kampanyası altında özellikle Afrika ve üçüncü
dünya ülkelerine hibrid (kısır) tohum pazarlayarak ve bu tohumlara muhtaç
ederek, kitlesel kıyım projesine devam etmektedir.
Sonuç olarak, gizli elit örgüt üyelerinin, gıda ve tohum şirketlerinin başını
tuttuğu, insanlığın sağlığı ve yaşamına kasıtlı ‘gıda terörü’ estirdiği açık.
Aynı üyelerin ilaç, kozmetik, temizlik vb. şirketlerinin başına geçmediğini
düşünmek ise büyük saflık olur. Farmakolojiyi ve modern tıbbı manipüle
ettiklerini söylememe gerek bile yok.
Peki nasıl korunabiliriz? Münferit çabalarla zararı asgariye indirmek mümkün.
~Diş macunları yerine misvak kullanılabilir.
~Temizlik ve kozmetik malzemelerinin neredeyse hepsinde bulunan triklosandan
uzak durmanın yolu, olabildiğince, fabrikasyon ürünlerden kaçınmaktır.
~Rafine tuz yerine kaya tuzu, himalaya tuzu ya da deniz tuzu kullanılmalı zira
bu tuzlar sağlığa son derece faydalıdır (dozunda kullanmak şartıyla), sodyum
dengesini ayarladıkları gibi beynin miyelin kılıfını korurlar, hücreleri toksik
maddelerden arındırırlar.
~Chemtrail’in yaydığı alüminyum ve baryum tozu zamanla vücutta ağır metal
birikmesi yapar, ağır metalleri vücuttan atan madde çinko’dur.
~Aspartam ve mono sodyum glutamat’ın zararlarından ise abur cuburlardan uzak
durarak kurtulunabilir.
~Nikel, çelik ve alüminyum kaplama tencereler yerine sırlı ya da ısıya
dayanıklı cam tencereler kullanılabilir.
~Tohum meselesine gelirsek münferit bir çabanın yetersiz kalacağını belirtmek
isterim. Bugün Türkiye tohumlarını İsrael’den almaktadır, aldığı bu tohumlar da
hibrid tohumlardır. Alınan bu tohumlar kimyasal gübreleme istediğinden, çiftçi,
İsraelli tarım ve petrokimya şirketlerine muhtaç hale gelmiştir. Sadece
Türkiye’nin değil İsrael ve Abd’li tohum şirketlerinin musallatına tutulmuş
diğer devletlerin bu illetten kurtulup, kendi tohumlarını yetiştirmeleri, özgür
tarım politikaları geliştirmeleri gerekmektedir.
~Yine kümes, küçük ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde kapitalist seri üretim
usulü terk edilmeli kanaatimce.
Maalesef devlet olarak alternatif üretmekten aciz kalındıkça,
kişisel uyarı ve öneriler de münferit bazda hasbi olarak işe yarayabilir. Bu,
çareyi üretmekten uzak olmanın verdiği çaresizlik hissiyatı aslında. Dilerim,
içinde türlü komployu, zehri, fitneyi, kiri barındıran bu sistem bir önce iflas
eder.
Kur’an’ı, 4 günde hatim eden, hafızası, aklı, uzviyeti diri ve sağlam dedemin,
balık hafızalı, uyuşuk ve hastalıklara dirençsiz torunuyum, böyle giderse
çocuklarım ne halde olacak, düşünmek dahi istemiyorum.
Gül TEMEL
5 Mayıs 2013

Yorumlar
Yorum Gönder